İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi
Adres: M. Kemal Atatürk Bulvarı No : 42 35620 Çiğli / İZMİR

Telefon::(232) 376 71 76
Faks::(232) 376 71 00

Harita

“Esen” Markasının Yolculuğu...

“Esen” Markasının Yolculuğu...
 
Bu görüşme vasıtasıyla geriye dönüp bir bakma fırsatı bularak, bu işe bir ömür verdiğimizi görüyoruz. Baktığımızda, 1976 yılında, Karabağlar’da 200 m2 bir yerde doğdu Esen Plastik. İçimizde müteşebbis ruhu vardı. O dönemlerde askerliğini yedek subay olarak yapmış bir makine mühendisi olarak, o günün şartlarında bilgi dağarcığımızda ne varsa, onları ortaya koyarak firmamızı kurduk. Elbette bu adımda bir sanayici babanın evladı olmamızın, babamızın ağaç ambalaj sektöründe faaliyet gösteren işletmesinde çocuk yaşlarda gördüğümüz işleyiş, tecrübe ve işveren-çalışan ilişkileri bizi bir hayli donatmıştı. İçimizdeki müteşebbis ruh, kafamızda hep kendi işimizi kurma isteğimizi ateşliyordu. Bu noktada cevap bulunması gereken soru, hangi iş alanı, hangi sektörde bu adımı atacağımızdı. Bunu da bir tesadüf şekillendirdi. Yedek Subay olarak yaptığımız askerlik hizmeti esnasında ziyaret ettiğim bir işyerinde kafamıza yerleşen plastik konusunda bir üretim yapma fikri, bizi 1976’da Karabağlar’daki o dükkana kadar getirdi.
 
Bahçe hortumları üretmek fikri ile Esen Plastik’i kurduk. Elbette o günün koşullarında üniversiteyi bitiren, teknik bir adam olmanın ve işlere farklı bir bakış açısı yakalamanın avantajlarını yaşayarak işimizi geliştirdik. Bu yaklaşımımız, ciddi çalışma ve gayretimiz yanında piyasa değişkenlerini de çok yakında izleyerek, piyasanın ihtiyaç duyduğu ve talep yaratan ürünlere odaklanarak 200 m2’den iki yıl sonra 600 m2’lik bir işletmeye geçtik. Yaklaşık 1,5 yıl sonra da artık 1600 m2’lik bir işletmede üretiyorduk.  O dönemlerde kiralık bir işyerinde olmamız ve büyüyen iş potansiyelimiz nedeniyle kendi iş yerimize sahip olmayı hedefledik. Ayrıca sektörümüzde üretim için özellikli alt yapıya olan ihtiyacımız, bizi kendi işletmemizi kurmaya daha da yönlendirdi.
 
1985 yılının öncesi olmalı, Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) öncülüğünde, İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi (İAOSB) yeni, yeni yapılanma dönemiydi. Biz de 5000 m2’lik bir alanın isteklerimizi karşılayacağını düşünerek talepte bulunmuştuk. Aklımızda bu alanın yüzde 70’ini kapattığımızda ortaya çıkacak 3500 m2 kapalı alanın işimizi göreceği idi. 1988’ler İAOSB’deki inşaatların başlama devriydi. Karabağlar’da kullandığımız 1600 m2’lik yerin sahibi ile de anlaşamadığımız konular olunca, İAOSB’ye geçme kararı aldık.  O dönemlerde bizde 5000 m2’lik alanında bize yetmeyeceği düşüncesi oluşmaya başlamıştı. Ancak İAOSB’deki yerler tahsis edilmişti. O dönem benim hayatımda tesadüflere daima yer açmanın doğruluğunu gösteren bir tecrübe yaşamama vesile oldu. Kimin, nerede, kaç metrekare   arsası var bilemediğimizden gazeteye ilan vermek sureti ile daha büyük alanı olup da bizim arsamız ile takasa girebilecek kişileri aramaya başladık. Başlarda yaptığımız birkaç görüşmede anlaşma sağlayamadık. Ancak bir akşam üzere Usta Gıda’nın sahibi Sevgili Mehmet Usta beni arayarak kendilerinin 20 bin m2’lik bir arsaları olduğunu, bizimle takas şartlarını konuşabileceğini söyledi. İlk telefon konuşmasında bizler için çok büyük olduğunu düşündüğüm bu alana, akşam eve giderken yolda düşündükçe ısınmaya başladım. Kendime “Salih, sen Allah’tan bir göz istedin, önüne geldi iki göz” diyerek, büyün gece düşünerek uyumadım. Acaba vazgeçerler mi, diye heyecan yaptım.  Ertesi gün aradığımda, çok saygıdeğer bir kişi olan Hüseyin Bey ile bir araya geldik, arsaları takas yaptık ve biz arada doğan farkı kendilerine ödedik. O dönemde bizim işletmemiz İAOSB’deki 3. işletme idi. Tabiri uygunsa, o zamanlarda burada in-cin top oynuyordu. Anayollar yapılmış anca dolgular devam ediyordu. 1989-1992 yılları arasında sektörümüzün ihtiyaçlarını karşılayan altyapısı ile bu fabrikamızda üretim yaparak, Esen Plastik olarak güçlü geleceğimize ilk adımlarımızı attık.
 
Başlayan    bu üretim    süreciyle ile birlikte   Esen Plastik’i    marka yapma yolunda bir hedef koydunuz mu? Yoksa şartlar mı Esen Plastik’i bir marka haline taşıdı. O süreçte piyasadan aldığınız geri dönüşler, o dönemdeki düşünce ve hayallerinizi bizlerle paylaşır mısınız?      
 
Bugün geldiğimiz noktaya bakarak ilk başladığımız günlerdeki hayallerime ulaştık dersek, yalan söylemiş oluruz. Çünkü, yola çıktığımız yıllara bakınca bu denli büyük bir ufku görmek mümkün olamazdı. Ben babamı erken kaybettim. 13 yaşında, henüz ortaokul 2. sınıftaydım. Ancak bugün gururla söyleyebilirim ki, küçük yaşta babamı kaybetmeme rağmen, kendisinden çok şey öğrenme fırsatım olmuştu. Disiplinin, çalışmayı sevmenin, işine bağlılığın, dürüstlüğün, azmin ne olduğunu bizlere çok iyi öğretmişti. Dolayısıyla biz iş hayatımıza başlarken bu kırmızı çizgilerimizi çekip, bu çizgilerden hiç sapmadan yolumuza devam etmeyi kendimize prensip edindik. Gelecek hakkında hayallere gelince de biz önce işimizi hakkı ile yapalım, hayat bizi nereye götürecek zamanı gelince görürüz fikri ile hareket ettik.
 
O dönemlerde sektörümüzde neler vardı diye baktığımızda, pek çok dev firmayı görmekteyiz. Göktepe, Çağlar, Keban, Pilsa, Ege Yıldız gibi firmalar piyasada rakibimizdi. Oysa o günlerden bugüne geldiğimizde bir Ege Yıldız ve bir de Esen Plastik zamana karşı direnebilmiş ve bugünlere gelmiş markalardır.   Biz işimizi iyi yaparak, ürünlerimizi en iyi standartlarda piyasaya sunarak gerek satıcılarımız nezdinde gerekse de ürünlerimizin son kullanıcıları nezdinde elde ettiğimiz güvenilir, saygın markamız ve piyasa ile yakın ilişkiler içinde bu günlere geldik.  
 
Daima araştırıcı olduk. Piyasanın bugün talep ettiği ürünlere hızla ama kalitemizden ödün vermeden adapte olduk. Piyasanın gelecekte ne talep edeceği hususunda ön çalışmaları yaparak, öngörülerimizi güçlendirerek, yıllara dağılacak yatırım ve üretim planlarımız üzerinde çok çalıştık. Bu durum bizi yenilikçilik alanında hep öne çıkardı.
 
Genelde işletmelerdeki fonksiyonları sıralarken Ar-Ge, İnovasyon faaliyetleri olarak sınıflandırıyoruz. Ama Esen Plastik’e bakıldığında, piyasanın taleplerine göre ürün yelpazenizi geliştirdiniz, piyasanın geleceğini öngörerek yatırımlar yaptınız. Bu hususta ne söylemek istersiniz.
 
Kesinlikle bu iki unsur çok önemli. Ancak onların yanına çok önemli üçüncü bir unsur daha eklemek lazım. O da ürettiğini nasıl ticari bir mal haline getirecek ve satabileceksin, sorusudur. Bu noktada Türkiye’deki piyasaların çok değişken olması daima bir zorluk yaratmaktadır. Arzu edilmeyen noktalarda piyasa içinde suistimallere hazırlıklı olmak ancak hiçbir suistimale girmeyecek kadar da prensipli olmak çok önemlidir.      
Bahsedildiği gibi, Ar-Ge çalışmaları elbette çok değerlidir. Farklı olmak sizi güçlü kılabilir. Ancak her zaman kendi nefesinize göre koşmayı da bilmek şarttır. Rakiplerinize bakarak onlara yetişmek ya da onları geçmek gibi egoya dayalı duygulardan arınmak gereklidir. Biz yaşamı bitiş çizgisi olmayan, devamlı koştuğumuz bir maraton gibi görüyoruz. Evet rakibin önünde olabilir, o zaman diliminde sizden hızlı koşabilir ama kim biliyor ki, kimin ne zaman yorulacağını ya da tökezleyeceğini. İşte o anda orada olabilmek için nefesine göre koşmayı bilmek gerekir. Rakiplerinin ne yaptığından çok bizim ne yaptığımız önemlidir. Bu prensibin ne denli doğru ve önemli olduğunu yıllar bize göstermiştir. 1976 yılında çıktığımız bu yolculuk bizleri İAOSB’deki 20 bin m2’den, ikinci parselimiz ile 40.000 m2’ye, sonra üçüncü parsel ile 60 bin m2’ye taşımıştır.  Bugün de Menemen Plastik İhtisas Organize Sanayi Bölgesi’nde 80 bin m2’lik yeni fabrikamız inşa etme noktasına gelmekten mutluyuz.
Biz üretim stratejimizde boru üretiminde marka olmayı öne çıkardık. Gerek ekonomik gerekse çevresel şartlar bizi son on yılda, özellikle zirai sulama sektöründe önemli adımlar atmamızı sağladı. Türkiye’de ilk kez damlama sulama borularını üreterek, çiftçimiz ile bu ürünleri ilk kez tanıştıran marka olmanın gururunu yaşıyoruz.
 
Bunun yanında inşaat üst grubu diye tanımlanan ısıtma, havalandırma borularından tutun da pis su boruları, çatı oluklarına kadar çok geniş bir ürün yelpazesi içinde üretimimiz mevcuttu. Ancak Türkiye’de ki ekonomik istikrarın bir türlü sağlanamaması nedeniyle, uzun vadeli ve çek gibi enstrümanlarla yapılan satışlar sizi her an mağdur duruma düşürecek risk unsurları olarak görülmektedir. Bu durumları yaşamamak adına, bu tür ürün gruplarından çıkarak kendimizi alt yapı ürünlerine ve borunun her türünü üretmeye odakladık. Adana Hacı Sabacı Organize Sanayi Bölgesi’nde bir üretim tesisi kurmamızın altındaki neden de budur. 
 
Sizin çok önemli bir özelliğiniz var. Siz yatırım ateşinden korkmayan, yatırım yapmaktan çekinmeyen bir sanayicisiniz. Ve yaptığınız yatırımlardaki başarılarınız ortada. Bu noktada, bir yatırıma karar verme ve başlama aşamasında neler düşünüyorsunuz?
 
Her şeyden önce ilk düşündüğümüz nokta, tüketici-kullanıcı bu ürüne hazır mı, diye incelemek ve araştırmaktır. En güçlü know-how’ı satın alabilirsiniz. Son teknolojiye sahip makinaları da satın alabilirsiniz. Ama bu satın almalar sonrasında üreteceğiniz ürüne piyasanın reaksiyonu ne olacaktır? Bu ürünü satabilir misin? İşte temel soru bu olmalıdır.
 
Elbette 1980’lere döndüğümüzde üretim gamımızın oldukça kısıtlı olduğunu görebiliriz. Ancak bu alandaki değişim ve gelişimimiz 1983 yılında ilk kez yurt dışına çıkarak katıldığım, Düsseldorf’ta gerçekleştirilen Plastik Fuarı sonrasında başladı. Orada bir ürün gördüm. O ürünün Türkiye’de üretilmediğini ancak üretilirse ciddi bir pazarı olacağını düşündüm. Ancak o ürün için gereken makinayı almam mali açıdan mümkün değildi. Ancak, Türkiye’ye dönünce çok sevdiğim bir tornacı arkadaşım ile o makinayı burada yapmaya karar verdik. Tecrübe ve bilgimiz ile yaptığımız çizimleri üreterek ilk makinemizi ortaya çıkardıktan sonra, onu ikinci, üçüncü, dördüncü makinalar izledi. O makineler ile ürettiğimiz ve “Esen Spiral” adını verdiğimiz ürünümüz, piyasada büyük ilgi görerek, ciddi satış rakamlarına ulaştı. Esen Spiral, bizlerin İAOSB’de fabrika kurma hayalimizi gerçeğe dönüştüren en önemli gücümüz olmuştur.
 
Bugün de yatırım yaparken kendimi sorduğum sorular şunlardır. Ürününüzün ticarileşme şansı nedir? Piyasanın bu ürüne ihtiyacı nedir? Piyasa bu ürünü kabullenecek mi?   Bu değerlendirmeleri yaparken de tüm duygusal öğelerden arınmanız gereklidir. Siz istediniz, inandınız ya da sevdiniz diye yapılan bir ürün sizi gerçek dünyaya çıktığında hayal kırıklığına uğratabilir.
 
Bu nedenle bizlerin içinde olduğu bu yolculukta ürün gamımızda büyük değişiklikler yaşadık. Bir dönem çok güçlü olan ürünler bir başka dönemde üretilmedi. Bahçe hortumları üretimi ile çıkılan bu yolun bugün bizi nerelere   getirdiğini görüyoruz. Bir ürünü üretmek, bir yatırımı yapmak belki de işin en kolay kısmı. Önemli olan o yatırımın karşılığının görülüp, görülmeyeceğidir.
 
Bugün iklim değişikliği ve susuzluk gibi konuları konuşuyoruz. Oysa sizler Esen Plastik olarak belki 25 yıl önce den, suyun tarımda verimli ve faydalı kullanımı için tarımsal damlama sulamaya imkan veren ürünleri sundunuz. Bu öngörüyü nasıl değerlendirirsiniz?
 
Her zaman söyleriz. Piyasadan kopmamak, piyasanın içinde olmak, duygulardan arınarak piyasanın nabzını tutarak, ne hissedildiği hissetmek, piyasayı duymak ve bu gerçekleri dinlemek çok önemlidir. Ancak bunları yapar ve ürününüzü bu gerçeklere dayandırırsanız, ürününüzün ticarileşmesini sağlayabilirsiniz.
 
Yatırım kararları alırken karşınıza Türkiye’nin gerçeklerinin de çıktığını biliyoruz. Sizin de Sanayi Odasında ve kamuoyu önünde yıllardır dile getirdiğiniz konular var.   Sermaye birikiminin yetersizliği, finansal kısıtlar gibi konularda yıllardır süren bir mücadeleniz ve söylemleriniz mevcut. Bu değerlendirmeler ışığında sizden bir kez daha Türkiye’deki yatırım ortamını değerlendirmenizi rica ediyoruz.
 
Türkiye yatırım ikliminin tarihsel sürecine baktığımızda, bu iklimin çok iyi olduğu, yatırımların önünün açıldığı, desteklendiği yılları gördüğümüz gibi, yatırım hususunda çok sıkıntı yaşanan yılları da gördük. Özellikle 1990 yılına kadar yaşanan sürece bakıldığında yurt içinden olduğu kadar yurt dışından da Türkiye’ye doğru bir yatırım akımı oldu. Çok güçlü sermayeler ülkemize geldi. O yıllarda bugün her biri küresel markalar olan otomotiv sanayisinin ülkemize gelip yatırımlar yaptığını hatırlıyoruz.
 
Geçmişe baktığımızda ülkemizde çok kısa zaman aralıkları ile yaşanan krizlerin yıkıcı etkilerini de görüyoruz. Karne ile hammadde aldığımız günleri de yaşadık.  Şu gerçeği ve zorunluluğu hepimiz kabul etmeliyiz ki; yabancı yatırımcı hiçbir yönden, hiçbir şeyden çekinmeden ülkemize yatırıma gelebilmeli. Yani ülkemizdeki yatırım iklimi, yatırımcı dostu olmalıdır.
Ülkemizin yasaları, mevzuatı, uygulamaları stabil hale gelmelidir. Yatırımcı kısa-orta ve uzun vadeli planlar yapmak isteyecektir. Bu zaman dilimlerine yönelik öngörülebilir veriler ve güven sağlanmalıdır. Yatırımcıyı koruyacak, kayıt dışı ekonomik faaliyetlerden kaynaklı haksız rekabet unsurları ortadan kaldırılmalıdır. Hukuk sistemi ve adalet anlayışı herkese kanunlar önünde eşitlik güvencesi sunmalıdır. Bu tür değerlendirmelere girdiğimizde ise, üzülerek ülkemizde halen süregelen eksiklerimizi görüyoruz.
 
Bu durum sadece yatırımcıyı değil aynı zamanda sanayi işletmelerimizde görev almasını beklediğimiz gelecek kuşakları da sanayicilik ten uzak tutmaktadır.  Bizler tabiri uygun düşerse dayak yiye yiye, dişimizle, tırnağımızla mücadele içinde bu günlere geldik. Belki biz bunlara alıştık ancak çok farklı ortamlarda ve olanaklarda yetişen yeni neslin bu sıkıntıları çekmesini bekleyemeyiz.
 
Diğer yandan, geçmişle geleceği bağlayabilmenin en iyi yolu işini geliştirdiğin kadar kendinizi de geliştirmektir. Eğer işiniz gelişir ancak sizin gelişiminiz onun arkasında kalırsa o işi yönetemez, o iş ile başa çıkamaz hale gelirsiniz. Vizyonunuz, bilginiz, birikiminiz işinize göre yetersiz kalır. Tam tersinde ise siz kendinizi geliştirirken işiniz olduğu yerde sayar ve sizin entelektüel birikiminizin ardında kalırsa mutsuzluk başlayacaktır. Bu nedenle işinizin gelişimi ile kendinizin gelişimini paralel bir çizgi içinde yürütmelisiniz. Kişinin iş dünyasındaki gelişimi için en faydalı yerler sivil toplum kuruluşları, meslek odaları gibi kurum ve kuruluşlardır. Buralarda bulunarak, görevler alarak, sosyal çevrenizi genişletirken, o çevrenin size verdiği katkıların sizin vizyonunuza ne denli etki yapabileceğini göreceksiniz. Kendinize bir yol çizmek, gerektiği yerde ve zamanda yolunuzu revize etmek gibi güçlü davranışlar ancak sizin kendinizi yetiştirmeniz ve geliştirmeniz ile şekillenebilir.
 
Bir marka yaratma yolunda en temel gereksinimlerden birinin de insan kaynağı olduğu tartışılmaz bir gerçek olarak gözüküyor. Sizin insan kaynağı konusundaki değerlendirmelerinizi öğrenmek isteriz.
 
İnsan kaynağı söylediğiniz gibi bir işletmenin temel yapı taşlarındandır. Türkiye’de nesillerin gelişimi ve değişimi çok hızlı. Biz iş hayatına girerken, geride hiçbir güvencemiz yoktu. Sırtımızda ciddi sorumluluklar taşıyorduk. Sıfırdan hatta eksi seviyeden başladığımız işin ciddi riskleri yüklenmek zorundaydık. Hatta bu zorluklara başa çıkmak için çevremizde kişiliğini, prensiplerini heba eden insanları gördük. Oysa biz bir borcun altına bile gireceksek, bize bir şey olursa o borç nasıl ve kim tarafından ödenir diye düşünür, arkamızda kimseyi görmeyince çok temkinli ve hesaplı hareket ederdik. Biz bazı şeylere gönülden inandık. İşine sıkıca sarıl, çok çalışmaktan gocunma, ayağını yorganına göre uzat, fedakarlık yapmaya hazır ol gibi yaşam prensiplerimize sonuna kadar sahip çıktık.
 
Oysa günümüz gençliğinin bizim yaşadığımız ortamları hiç yaşamadığı ve yaşamayacağı aşikar… İşsiz dediğimiz üniversite mezunu gençlerimizin bile cep telefonları, bilgisayarları var. Kafelere, sosyal alanlara gidebiliyor. Faaliyetlere katılabiliyor. İnsan ömrünün uzaması ile de anne ve babaların bu çocukların arkasında durma süreleri uzadı.  Emekli maaşları, sosyal yardımlar, zorlukla da olsa alınan gayrimenkullerden gelen kiralar gibi gelirler aileye girdikçe, çocuklar da bu gelirlerden nemalanıyor. Dolayısıyla bu gençliğin iş hayatından beklentileri bizlerden çok farklı. Bunun yansımasını en çok “iş var ama beğenen yok “ şeklindeki söylemlerde görüyoruz.
 
Bizim iş insanları olarak istihdam meselesine bakış açımızı değiştirmemizin zamanı geldi. Eğer biz işletmelerimizde insan kaynağına ihtiyaç duyuyorsak, o işi yapacak insanları bulabilmeliyiz. Bunun yolu da iş arayan gençlerin ne beklediklerini ne istediklerini anlamak ve arzu ettikleri artıları onlara sunmak olmalıdır. Bu durumu hemen ücret ile bağdaştırmak da çok doğru değildir. Son yıllarda işten ayrılan kişiler ile yapılan çalışmalarda ücret tatminsizliği geri sıralara düşmüş durumdadır. Onların iş tatmini, kendini geliştirme, bir organizasyona ait olma, sosyal haklar, saygı duyulması gibi beklentileri çok daha yüksektir. Bu noktada şu açık gerçeği vurgulamalıyız. Eğer siz işletmenizi çalıştırmak, üretmek, büyümek istiyorsanız insana ihtiyacınız var demektir. Bulamadığınızı söylediğiniz insan kaynağını işletmenize çekmenin ve orada kalıcı olmalarının yollarını bulmakta size düşmektedir.
 
Marka olmak Türkiye şartlarında zaman, zaman bir dezavantaj haline geliyor mu?
 
Kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin bu denli yüksek olduğu bir ortamda, bir marka olarak sizin sürdürmek zorunda olduğunuz düzenin maliyetleri bazı yerlerde rekabet gücünüzü menfi yönde etkileyebilmektedir. Pazarın lideri olabilirsiniz. Ancak lider olabilmek içinde yaptığınız yatırımın maliyetleri, kanunların ve hukukun gerektirdiği mevzuatlara uyum sizi bunları yok sayanlar karşısında fiyat dezavantajları ile karşılaştırabilir. Sizin fedakarlık sınırınızın çok dar olduğu yerde, sisteme karışmayan işletmeler çok daha esnek olabilir. Ancak, 45 yıllık sanayicilik hayatımdan sonra   şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; bizim karşımıza çıkan bu tür rakiplerin hepsinin battığını, unutulup gittiklerini gördük. Onların piyasada yaratabildiği tek şey bizden mal almak isteyenlerin, o fiyatları bizim önümüze getirerek pazarlık şansı yaratma gayretleri oldu. Ancak markaya duyulan güven tüm bu zorlukları aşabilecek güçtedir. Fiyata odaklanarak kalite ve güven unsurlarını göz ardı edenlerin de zarara uğradığını çok gördük. Elbette markamıza ve kendimize duyduğumuz güven ve inanç bizim bu bakış açımızı yaratıyor. Bu tür rakiplerden hiçbir zaman çekinmemekle birlikte, kayıt dışı ekonominin minimize edilerek rekabet ortamının sağlıklı işlemesini de beklemekteyiz.
 
İhracat, Türkiye ekonomisi için çıkışının en önemli parçası olarak gösteriliyor. Sizin yurt dışı ile uzun yıllara giden bağlantılarınız var. Güçlü bir ihracatçısınız. Farklı coğrafyalarda, pek çok ülkeye ihracat yapabiliyorsunuz? Sağladığınız bu düzen ve uluslararası pazarlardaki gücünüz nelere dayanmaktadır?
 
Türkiye’deki piyasaların yaşadığı sıkıntılar, ulusal paramızın küresel paralar karşısındaki inişli çıkışlı seyrettiği ortam sadece iç pazara yönelik çalışmayı çok riskli bir hale getirilmiştir. Özellikle ithalata bağlı hammadde ya da ara malı kullanan firmalar döviz riski taşımaktadır. Bu sıkıntıları azaltmak için yapılacak en doğru iş üretimimizin bir bölümünün yurt dışına çıkmasını sağlamak olacaktır. İhracat yolu ile iç pazarın daraldığı günleri atlatmak, elde edilen döviz girdisi ile hammadde ithalatını sübvanse etme imkanı vardır. Küreselleşen dünya ekonomisinde var olmanın, ayakta olmanın şartlardan en önemlisi küresel pazarlarda olabilmek ve orada sürekliliğinizi sağlamaktır. Bu nedenle ihracatçı olmak üzerinde karar verilecek bir strateji olmaktan çıkmış, bir mecburiyet halini almıştır.  
 
İhracat için, her şeyden önce istikrarlı ve güvenilir bir firma olduğunuzu göstermek zorundasınız. İhracat ilişkileri coğrafi uzaklık ve kültürel farklılıklar nedeni ile daha kırılgandır. Bu ilişkiler çok hata kaldırmaz. Yurt içinde ikili görüşmelerle, yüz yüze kontak ile ilişkileri düzenleyebilir, sıkıntıları ortadan kaldırabilirsiniz. Ama yurt dışında bu imkanı her zaman bulamazsınız. Bu nedenle uluslararası pazarlara giriş ve o pazarlara ürün sunmak çok stratejik bir alandır.  İhracat çıkabilmek için her şeyden önce ihracat şansı olan ürünler üretmelisiniz. İhracat yapacağınız ülkenin standartlarına, mevzuatına, piyasanın ürününüzden beklentilerine uymak ve onlara göre üretim yapmak zorundasınız.  İhracat noktasında da söyleşimizin başında vurguladığım bir hususa tekrar dikkat çekmek isterim.
 
Yurt dışında da iç pazarda olduğu gibi, piyasayı takip etmeli, o piyasada yaşamalı, müşterinin ne talep ettiği ve edeceği bilinmelidir. Elbette bu ürünleri üretebilecek seviyeye gelmek içinde Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarına önem ve değer vermek gereklidir.
Böylesine büyük bir organizasyonu yaratan bir kişi olarak bugünden geleceğe ait içinizde hissettiğiniz hayalleriniz, beklentileriniz, planlarınız vardır. Bunları bizimle paylaşır mısınız?
 
45 yılı aşan bir zamanda, çok çalışarak, tüm zorluklara göğüs gererek, büyük stresler yaşayarak, özveri ve fedakarlıklarda bulunarak bugün gelinen nokta bizi memnun etmektedir. Genelde bu döneme gelen iş insanları gelinen noktayı organizasyonu arkadan gelen nesle teslim ederek, bir köşeye çekilme dönemi olarak bakmaktadır. Oysa bizim bakış açımız tamamen farklıdır. Elbette, organizasyon içindeki zaman ve emek makul ölçülerde azaltılabilir ancak bizlerin sahip olduğu tecrübe, birikim ve bilgilerin işte aktif faaliyet gösterecek yeni neslin sahip olduğu eğitim ve enerji ile harmanlanması çok önemlidir. Bizlerin onlara öğreteceği çok şey olduğu gibi, değişen ve gelişen teknoloji ve yaşam şartları altında bizlerinde onlardan alacağımız pek çok şey vardır. Bu nedenle bu iki jenerasyonu birbirinden koparmanın doğru bir strateji olduğuna inanmıyorum. Görüşlerin birbiri ile örtüşmesini sağlayarak organizasyonu geleceğe taşımak önemlidir.   
 
“ESEN” ailesinde bugünkü yapılanma nasıldır?
 
Kızımda, oğlumda bu üretim ortamı içinde yaşamış, büyümüş kişiler. Oğlum Eren, endüstri mühendisliği okuyarak kendini sanayiciliğe hazırlarken, kızımda mezun olduğu üniversite dolayısıyla   sahip olduğu güçlü yabancı dili ile özellikle dış pazarlardaki çalışmalarda benimle oldu. Bugün ise torunları yetiştiriyor. Bizdeki değişimi adım, adım, sindirerek gerçekleştiriyoruz. Değişimin kaçınılmaz olduğunu biliyoruz. Örneğin Eren Bey artık benim odamı kullanıyor.  Mesele oda meselesi değil, bu tür hareketler, organizasyonda yaşanan değişimin en alt katmandaki çalışanımız tarafından da bilinmesi ve birlikteliğin sağlanması için bir işaret fişeğidir. Organizasyon içinde tüm sorumluluklarımı bırakmış değilim. İdari ve mali alanlarda takibim devam etmektedir. Sahip olduğumuz işe bağlılık ve iş disiplini anlayışı içinde her zaman gerektiği yerde ve konuda fikrimiz ve icraatımızla orada olacağız. Elbette bir köşeye çekilmek, torunlar ile vakit geçirmek, hobilerime daha çok vakit ayırmak gibi hususlar aklımıza gelse de kendimi bir köşeye çekilmiş, iş hayatından soyutlanmış biri olarak düşünemiyorum.
 
Zaten bugün sahip olduğumuz huzurlu ve verimli çalışma ortamı da bu düşüncelerimizi desteklemektedir. 45 yıldan fazla verilen mücadele içinde sürekli gelişen bir ivme içinde bugün gelinen bu nokta bizlerin gururudur. Hele ki bu başarı, Türkiye’nin bu yıllar içinde geçtiği zorlu dönemler düşünülürse çok daha anlamlıdır.
 
Sayın Salih Esen, “Esen” markasının bu yolculuğu ve bugün gelinen bu noktada Türkiye’deki aile şirketlerinin önüne sunduğu örnekleme çok değerlidir. Bu yolcuğu bizimle bir kez daha yaşadığınız için size teşekkür ediyoruz.                                
      

 

                  

 

 

Diğerleri

İAOSB Yerleşim PlanıİAOSB MedyaİAOSB Haber DergisiİAOSB Tanıtım FilmiİAOSB Dosya İndir