Eczaneden dünya markasına: Meditera
1977 yılında Eczacılık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra yaptığı başarılı inovatif girişimle bir yandan yarattığı markasını geliştirirken diğer yandan yüklendiği roller ile eğitimden sağlığa onlarca başarılı projeye imza atan Atilla Sevinçli ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Halen Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Üyeliği görevini sürdüren Sevinçli, aynı zamanda İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Teknopark İzmir’de de Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalışmalarını sürdürüyor. Deyim yerindeyse ‘İzmir için elini taşın altına koyanlardan’ olan Sevinçli, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin kuruluşunda da önemli rol alarak o dönemde İZTO Vakıf Başkanlığı görevini üstlendi.
Meditera’nın 2 Temmuz 2021 tarihinde Borsa İstanbul’da halka arz işlemi gerçekleştirdikten sonra ana hedeflerinden birinin 10 yıl içerisinde Nasdaq’a açılmak olduğunu ifade eden Sevinçli, ABD’nin dünya tıbbi malzeme pazarının yaklaşık yüzde 50’sine hükmettiğini söyledi. Sevinçli ile keyifli sohbetimize davetlisiniz…
l Sizi tanıyabilir miyiz?
1954 yılında doğdum, İzmirliyim. Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden 1977 yılında mezun oldum. Bir oğlum var. Tıbbi malzeme üretimi ile uğraşıyorum. Daha önce hastane ve eczane eczacılığı yaptım. Eşim de eczacı. Kendisi 20 yıl kadar eczane eczacılığı yaptı.
Tıbbi malzeme üretimine başlamadan önce uzun süre anestezi yoğun bakımında kullanılan ilaçların ithalatını ve satışını yaptım. İlaç sektöründeki kar marjları ve fiyatlandırma politikası nedeni ile ilaç işini tamamen bıraktım ve tıbbi malzeme üretimine daha çok yoğunluk verdim. Bugün, infüzon sistemleri, yoğun bakım ve anestezi devreleri, onkoloji ilaç hazırlama sistemleri ve sarf malzemeleri üretimlerini, yazılımlarını yapıyoruz. Alanında da öncü markalardan biriyiz.
l Sektöre nasıl girdiniz?
Firmamı kurmadan önce, hastane karşısındaki eczanemde tıbbi malzeme ihtiyaçlarına cevap veriyorduk. O zamanlar bu sektör, azınlıkların elindeydi. Türkiye’de dövizin sıkıntılı olduğu bir dönemde ithalata bağımlı ilerleyen bu sektörde, enternasyonal boyutta aile bağları ve uluslararası ticaretteki uzmanlıklarıyla Museviler ön plandaydı. Pazar onların bilgisi dahilindeydi. Sonra çocukları İsrail veya ABD’ye gittiler ve sektörde ciddi bir boşluk oluştu.
l Ciddi bir risk alarak girdiğiniz bu yeni iş alanında neler yaşadınız?
İlk 10 yıl çok zor geçti. Hastanenin ihalesine giriyorsunuz, büyük taahhütler var, teminat mektupları ve hukuk sistemi devreye giriyor, bilgimiz az… Çok çaba gerektiren bir dönemdi. Çok zorlandım diyebilirim.
Eskiden Japon yöneticiler, bir üst seviyeye geçirecekleri çalışanlarına pazarlamanın ayıp bir şey olmadığını göstermek için pazarlarda bağırarak mal sattırırlarmış. Ben de oğlumu böyle yetiştirdim. Babam deniz subayıydı. Heybeliada’da yaşıyorduk. Heybeliada’da büyük bahçelerin içinde evleri olan Musevi ilkokul arkadaşlarım vardı. Çok zengin olmalarına karşın bu arkadaşlarımı yazlık sinemada gazoz satarken görürdüm. Ben de arkadaşlarım gibi gazoz satmak isterdim ancak annem karşı çıkardı. Onlar bana ders oldu herhalde. Ben de oğlumu 14 yaşından itibaren benim iş yerimin de yer aldığı Kemeraltı’nda önce işportada daha sonra da uygun yerlerde yaz tatillerinde çalıştırdım. Bugün çok başarılı bir iş insanı haline geldi… Namusunuzla çalışıyorsanız yaptığınız işten ve paranızı istemekten utanmamalısınız.
l Türkiye’de ithalatını yaptığınız ürünleri firmanızda üretmeye başladınız…
Evet, önce ABD firmalarının distribütörlüğünü yaptım. Onlar da eczacılık eğitimi almış kişilerin pazara girmesinden çok mutlu oldular. O yıllardaki Mortgage krizini hatırlarsınız... Bu kriz sadece gayrimenkul sektöründe olmadı. Tüm sektörlerde ABD borsasında köpürmeler olmuştu. Firmalar birbirleri ile evleniyor ya da bölünüyor, çok hızlı bir şekilde borsa hisse değerlerini artıyor ancak üretim ve pazarlaması kötüye gidiyordu. ABD pazarı bir illüzyon yaşıyordu ve sonunda bir gün patladı… Bu dönem Türkiye’deki distribütörlük sistemini derinden etkiledi. O dönemde içinde bulunduğumuz konjonktür, beni üretime yönlendirdi. Ben de 1999 yılında üretime girmeye karar verdim.
l Meditera kaç kişi ile başladı, bugün çalışan sayınız nedir? Çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Meditera 1 kişi ile kuruldu, bugün 800 kişi ile yolumuza devam ediyoruz. Bunun yanı sıra laboratuvar sarfları üreten Disera adında bir firmamız da var. Orada da 300’e yakın arkadaşımız görev alıyor. Disera’yı da Borsa İstanbul’da gelecek sene halka arz etmeyi planlıyoruz. Ayrıca, Meksika’da Meditera’nın ortak olduğu bir üretim firması da açtık. ABD ve Latin Amerika pazarı ağırlıklı çalışıyor.
l Sektörünüzün pazar hakimi kim, siz bu pazarda neredesiniz?
Tıbbi malzeme sektöründe sadece ABD’nin tüketimi dünya pazarının yaklaşık yüzde 50’sine denk düşüyor. Ayrıca burası inovasyon ve paranın olduğu ülke… Eğer bir tıbbi malzeme üreticisi iseniz ve ABD pazarında yoksanız dünyada varlığınız ve firma değeriniz artmaz. Mutlaka markanın, ABD pazarında tanınıyor olması gerekir. Biz de bu anlamda rüştünü ispatlama yolunda emin adımlarla ilerleyen bir firmayız.
Avrupa’nın nüfusu günden güne yaşlanıyor. Dolayısıyla genç, nitelikli iş gücünde sıkıntılı günler Avrupa’yı bekliyor. Aynı zamanda haftalık çalışma saatlerinin sürekli düşme eğiliminde olması, Avrupa’yı bu zorlu yarışın içinden uzaklaştırıyor. ABD, Kore, İsrail, Singapur ve Çin Ar-Ge konusunda Avrupa’nın çok önüne geçtiler.
l Türkiye’de de ne yazık ki şirket ömürleri çok uzun soluklu değil. 40 yıla dayanan firmanızı bu başarıya götüren temel sebep nedir?
Türkiye’de eczane eczacılığı yeterli doygunluğa ulaştı. Kozmetikten tıbbi malzemeye, ilaç üretiminden dağıtımına birçok farklı alana hitap etmesi gereken eczacılık mesleğini, eczane içine sıkıştırmak yerine, farklı alanlara açılmamız gerektiğini görerek, tıbbi malzeme sektörüne girdim. Her geçen gün kendimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz. Bu bağlamda, Tel Aviv’deki embriyo şirketlerle, start-up’larla stratejik ortaklık bazında da iş birliklerimiz sürüyor. Uzun yıllardır dünyanın öncü markaları ile çalıştığım için işin nasıl yapılacağını onlardan öğrendim diyebilirim.
l İzmir iş dünyasının SWOT analizini yapar mısınız?
İzmirli olmayı, İzmir’de yaşamayı seviyorum. İzmir’in naif ruhu her kademede hissediliyor. Genelde İzmir, orta ölçekli aile firmalarının olduğu bir yer. İzmirli sanayici ihtiraslı, saldırgan, agresif değil. Daha oturaklı, analitik düşünen, entelektüel, aydın, hepsi kapitalizmin standartlarına göre çalışmasına rağmen sosyal duyguları gelişmiş kişiler.
Bu çok güzel bir yapı bence. Bunların içinde dünya markası oluşturmuş isimler de var. Bu kişilerin İzmir iş dünyasına daha çok koçluk yapmasını isterim. Odalarımızın, tecrübelerin paylaşılarak arttırılması gereken yerler olması gerektiği kanısındayım. Çünkü, olumlu veya olumsuz örnekleriyle bilginin devredilmesi lazım. Daha fazla duayen ismi odalarda görmek ve dinlemek isterdim.
l Arz rakamınızın üstünde talep aldığınız Meditera’nın halka arz sürecine nasıl karar verdiniz?
Uzun yıllardır fonlar firmamızı ziyaret ediyordu. Ancak söz konusu yurtdışı ve yurtiçi fonlar, 6-7 yıl sonra hisselerini satarak çıkmak niyetindeydiler ya da sizin 6-7 yıl sonra bırakmanızı istiyorlardı, sistemleri bu herhalde. Bunun bana uygun bir model olmadığını düşündüm. Bu nedenle borsaya açılmaya karar verdim. Borsaya girmenin; kurumsallaşmak ve firmanın piyasa değerinin oluşturulması adına doğru ve yerinde bir atılım olduğunu düşünüyorum. Borsada yabancı iştahının gerilediği bir dönemde halka arz olmamıza rağmen, 15 katın üzerinde bir taleple karşılaştık. Unutulmamalıdır ki ister fona satış, isterse borsaya açılma olsun, üstelik reytinginiz ne kadar iyi olursa olsun, ülke reytinginin üzerine çıkamıyorsunuz.
l İzmir’de halka açılan firma sayısının azlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanayicimizin sermaye eksikliği, kurumsal yapılanma problemleri olabilir. Yeni projeler için paraya ihtiyaçları da olabilir. Firmanın gelecek nesilleri bu işi yapmak istemeyebilir. Şirketlerin mevcut bilgi birikimlerinin çöp olmaması için borsaya açılmalarını tavsiye ederim. Firmaların bir Türk markası olarak uzun yıllar yaşamasının hem ülkemiz için hem de İzmir’imiz için çok önemli olduğunu düşünüyorum.
l Sağlık hata kabul etmeyen ilk sektör… Bunun üretici açısından avantajı ve dezavantajı nedir?
Evet, tıp diğer sektörlere benzemez. Tıp sektöründe alıcının elastikiyeti sıfırdır. Diğer sektörlerin hiçbirinde böyle değildir. Herhangi bir ürünü almaya karar vermek sizin elinizdedir, sağlığınız ile ilgili alacağınız ürüne karar verme yetkisi ise sizde değildir. Bu, üretici için avantajlı bir durum. Bir ihtiyaca yönelik başarılı bir ürün yaparsanız vazgeçilmez hale gelebilirsiniz.
Dezavantajı ne? ‘Bugün işe başlamaya karar versem, inovatif bir ürün geliştirecek olsam, hemen üretime geçeyim’ desem 3-4 yıldan önce, ilaçta ise 8-10 yıldan önce piyasaya giremem. Çünkü yaptığınız ürünün “pardon”u insan hayatıdır. Sıfır hata ile çalışmanız, insan hayatını riske atmamanız gerekir.
l Bu noktada siz ne gibi yenilikler geliştiriyorsunuz?
Bu sektöre 40 yılımı verdim. Tasarımların çoğu bana ait. Dünya çapında patentlerimiz var. Kendi sektörümle ilgili duayen hekimlerle devamlı toplantılar yapıyorum ve bundan keyif alıyorum. Teknolojik altyapıyı gerek içerde gerekse dışarda uzmanlarla çözebilirsiniz. Önemli olan fikrin geliştirilmesi ve iş modeli yaratılmasıdır. Bu yüzden üniversite-sanayi iş birliğinin peşinin bırakılmaması gerekiyor.
l Doğru fikir için doğru adresi nasıl tespit etmek gerek?
Bir vaka nerede çoksa o konunun tıbbi çözümü en iyi orada gelişir. En çok yanık vakasının olduğu ülkelerde yanıkla ilgili bilgi ve ürün gelişir. Tıp böyle bir şey. Bunu Türkiye’de çoğaltabiliriz. Moleküler genetikteki mutasyonlar, genetik dünyasındaki en gelişmiş cihazlar ABD’de yapılıyor olabilir, ancak Akdeniz anemisi Akdeniz hastalığıdır… Moleküler genetik ve mutasyonlar geleceğin dünyasında önemli yer alacaktır kanısındayım.
l İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin kurulumunda aldığınız rol üzerinden devam etmek isterim. Eğitim alanında başka çalışmalar planlıyor musunuz?
Halen İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Mütevelli Heyet Üyeliğimi sürdürüyorum. Bu nedenle ihtiyaçları daha net görebiliyorum. İzmir, tarihinde hiç olmadığı kadar sanayi-ticaret odaları, borsa ve STK’larıyla uyum içinde çalışıyor. O kadar güzel bir hava yakalandı ki kurumlar arasında, eğitim alanında da ortak çalışmalar yürütülebilir. Ayrıca İzmir’de ve Türkiye’de uzmanlık networkü envanterinin olmadığını düşünüyorum. Sanayicilerin ve üniversitelerdeki bilim adamlarının uzmanlık alanlarının yer aldığı envanterin oluşturulması gerekir. Teknoparkların desteği ile birlikte böyle bir enstitünün kurulmasının ülkemize çok faydalı olacağını düşünüyorum. Ekonomi Üniversitesi’nin Narlıdere’deki yeni kampüsünün, İYTE’nin yeni silikon vadisi oluşumunun İzmir’in geleceğinde yeni bir sayfa açacağına inanıyorum. Dünyadaki ilk teknopark girişimi Türkiye’de olmuş, Güney Kore ve İsrail’de teknoparklar daha sonra kurulmuştur. İki ülkenin bu alanda nerelerde geldiğini, bizim ise hala emekleme döneminde olduğumuzu unutmayalım ve üniversite-sanayi iş birliği çalışmalarımıza hızla devam edelim. Bilim insanının uzmanlaşmış sanayiciye, sanayicinin de uzmanlaşmış bilim insanına ihtiyacı var.
l Yeni dönem planlarınız neler?
Sağlık sektörünün çıtası gün geçtikçe yükseltiliyor. MDR gibi (Avrupa’nın Tıbbi Cihaz Kuralları) yeni şartların getirilmesi ve bu kurallara uyum sağlanamaması dolayısıyla Avrupa’da küçük ölçekli birçok satılık aile firması ortaya çıktı. Bizim de Avrupa’da inovatif, kadrosu kalabalık olmayan, bir tıbbi malzeme firması satın alma hedefimiz var.
Bir de vakumlu kan alma tüpleri üretimi yaptığımız firmamız Disera’yı halka arz ettikten sonra üretim kapasitemizi iki katına çıkartmayı düşünüyoruz. Yurtdışındaki start-up ve Ar-Ge firmaları ile iş birliğimiz de devam edecek.