Bir Afrikalıya Afrika’yı anlat deseniz Tamer Taşkın kadar gözlerinin içi güle güle adeta sevdalı bir şekilde anlatamaz herhalde… Hangi insan bir ülkeye aşkım diye hitap eder ki… 30 yılda 54 Afrika ülkesinin 35’ini gezen Taşkın, oraların bakirliğine vurulur, eşini, çocuklarını ve arkadaşlarını da sürükler peşinden. Safari parkları, ormanları, deniz kıyıları, şelaleleri anlata anlata bitiremez gider bir de yerinde gösterir götürecek kimi bulursa. Afrika sevdası tesadüflerle başlayan Taşkın, Afrika insanını, kültürünü ve imajını tanıtmayı kendine misyon eder ve birbirinden güzel Afrika Eserleri koleksiyonu ile Afrika’yı İzmir’e taşır.
İşiniz gereği ya da gezmek amaçlı birçok kıtada ülkelere gidiyor ancak bir tanesine vuruluyorsunuz, sizi etkileyen nedir?
Benim Afrika sevdam tesadüflerle başladı aslında. Eşimin sınıf arkadaşının orada olmasıyla açıldı Afrika kapısı. Tabi Afrika’ya bakmak, zevk almak farklı bir şey. Oradaki insanların güler yüzleri, samimiyetleri, ortamın bakirliği bambaşka bir enerji. İnsanların o yokluk içerisinde, kötü şartlarda bile olsa ne kadar mutlu olabildiklerini görebiliyorum. Düşünsenize Namibya’da 300 km uzunluğunda nefis bir kumsal, ileri gittik- çe yıllar içinde batan gemilerden oluşmuş müthiş bir koleksiyon ve sadece siz. Mesela Gana, çoğu kişi ismini bilmez ama inanılmaz bir yer, tahta heykelcilik sanatıyla ön planda. Artık Avrupa, gökdelenler ve bunun gibi yerler bana zevk vermiyor. Ben 30 yıldır bu ülkelerin keyfini çıkarıyorum. Diğer ülkelerde olduğu gibi bu yerlerin turizme açıldıktan sonra tabiatlarının yok olacağını ve gitgide bozulacağını da görebiliyorum. Gitmek isteyen herkese tecrübemiz ve bilgimizle yardımcı oluruz.
Afrika ülkesine olduğu kadar tüm sanat eserlerine olan hayranlığınız ile de biliniyorsunuz. Nasıl karar verdiniz bu koleksiyonu oluşturmaya?
Afrika’ya gittikten ve oradaki tüm tabiatı gördükten sonra o güne kadar hiç ilgim olmayan heykel sanatını fark etmeye başladım. Afrika kıtasında heykeller iki malzemeden oluşuyor. Ormanı olan ülkelerde tahta, diğerlerinde taş heykeller oluyor. Kamerun, Kongo gibi ülkelerde tahta heykeller, Zimbabve, Zambiya ve Güney Afrika gibi ülkelerde de taş heykeller oluyor. Bunların dışında inanılmaz yağlı boya tabloları yapıyorlar, sonrasında müzik, dans derken o insanların o kadar yokluk içerisinde bile ne kadar pozitif, mutlu ve huzurlu olduklarını görebiliyorum ve bundan inanılmaz mutlu oluyorum. Bu ülkelerde arabayla gezerken bir bakıyorsunuz dağ başında bir köy, adam gecekondusunun arka bahçesinde su aygırı ebadında, su aygırı yapmış fil ebadında fil yapmış. Nasıl alınır, taşınır? Mesela Gana’nın başkenti Akra’ya gittim, orada dolaşırken o kadar çok şey sormuşum ki meraklı olduğum için, dediler ki buradan 1 saat uzaklıkta bir köy var ve köyün de bir kralı var sadece heykel yapıyor. Hemen bir araba tuttuk köye çıktık. Bir köy düşünün herkesin elinde bir çakı, keski, çekiç ve önlerinde devrilmiş ağaçlar, kütükler… Herkes heykel yapıyor. Ayağında ayakkabısı yok ama heykel yapıyor, mutlu… Böyle ayrı bir dünya orası. İşin ilginci bu insanların bu heykelleri satacakları bir turizm ağı yok. O bakımdan böyle bir koleksiyonumuz başladı.
Heykellerde, tablolarda sanki hep bir yaşanmışlık var. Siz ne görüyorsunuz?
Aslına bakarsanız Afrika’da insanlar doğdukları günden beri ne gördülerse onu yapıyorlar. Karısını, sevgilisini, kabile üyesini, bizim safari filmlerinde gördüğümüz hayvanların aksiyonlu hallerini, saldırılarını, sevgilerini kısacası yaşayıp, gözlemledikleri her şeyleri yapıyorlar. Bir gün 40-50 tane Sivas kangal köpeğinin fotoğrafını götürdüm ve dedim ki bana bir heykel yapın. İnanır mısınız yapamadılar. Çünkü adamın beyin kodunda öyle bir görüntü yok. Bakarak yapamıyor, yaşayarak yapıyor. Yaşadığı şeyleri neden yaptıklarını da köylerine gittikçe gördüm. Adam onu yaparken üç yaşındaki çocuğu da elinde çekiçle onun yanına oturmuş, günümüzün çırak usulü dediğimiz şekilde, büyürken onu izliyor ve görüyor. Bir eşek, bir inek yapamıyor çünkü bu hayvanlar orada yok. Angola’da aynı şekilde bir ressama gitmiştim orada da inanılmaz tablolar yapıyorlar. İşte yokluk ve fakirlik insanlara bir tek şans getirmiş o da “sanat”.
Bu kadar büyük heykelleri, tabloları nasıl Türkiye ile buluşturdunuz?
Bu yaşadığımız macera 15-20 yıllık bir macera. O insanlardan yaptıkları heykelleri, tabloları önce birer ikişer aldık ama sonra baktık ki getirmek o kadar kolay değil ve maliyeti de baya yüksek. Bu sefer aldıkça Afrika’da bir konteynırda depolamaya başladık ve 20-30 eser olunca Türkiye’ye getiriyoruz. Şu anda evimizin bahçesinde yıllar içinde biriken, 200 adetten oluşan heykel koleksiyonumuz var. Bunları getirdiğim zaman benimle sınırlı kalmasın diye İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan Norm Sanat Galerisi’nde, İzmir Enternasyonal Fuarı’nda ve İzmir Turizm Fuarı’nda, sergiler açtık ki herkes görsün… Hep gazetelere yaşadıklarımı, gördüklerimi ve aldıklarımı anlattım. Şimdi Denizli’de bir mermer firması her sene dünyanın birçok ülkesinden sanatkarları davet ediyor ve o sanatkarları bir ay ağırlıyor. Bu bir ay içerisinde diledikleri bir heykeli yapmalarını istiyor ve onu değerlendiriyorlar. Biz de yine vatandaşlarla buluşturmak için bu Uluslararası Heykel ve Taş Kolonisi ve Ege Taş Heykel Akademisi’nin 2020 aktivitesi için Afrika’dan bir sanatkâr getirmeyi planladık.
Önceki hayatınızda Afrika’da yaşan biri olduğunuzu düşünmeye başlasak da gezginci ruhunuz genlerinizden geliyor olsa gerek…
Benim babam 1940 yılında tıp fakültesinden mezun olduktan sonra Türkiye’den çıkmış Mısır üzerinden dolaşarak Hindistan, Pakistan ve birçok yeri dolaşa dolaşa tekrar Türkiye’ye gelmiş. Ben bir sandık resimle büyüdüm, bu benim için çok önemli bir şey. O yıllarda kim Hindistan’a, Mısır’a gider? Babamın Mısır Piramitlerinin ve Sfenkslerin önünde fotoğrafları var ve ondan başka kimse yok. Böyle büyüdüm ben, aynı Afrikalı çocuğun babasının yanında yaptıklarını görerek büyüdüğü gibi… 17 yaşımda burs alıp Almanya’ya gitmem, oradan Avrupa’yı gezmem bana ayrıca ilham kaynağı oldu. Bizim için gezmek zor bir şey değil, tam tersine bir zevk. Gezmek demek gittiğiniz yerde sosyal ilişkilerinizi koruyorsunuz demek. Bu vasıflar size iş hayatınızda da faydalı oluyor. Ben, Güney Afrika Cumhuriyeti İzmir Fahri Başkonsolosu oldum, 2017’de Afrika Tanıtım Ödülü’nü aldım. Şu anda Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nda Türk-Afrika İş Konseyleri Koordinatör Başkanı olarak görev yapıyorum. Bir ülkeyi temsil etmek o kadar şeref verici ki. Bu yüzden gençlere hep diyorum ki hemen çıkın buradan. Evet günümüz eski zamanlar gibi değil, dikkat etmek lazım. Hele ki renginizin bile değişik olduğu bir ülkeye gidiyorsunuz. Türkiye’ye gelen bir turist de Beyoğlu’nda başına ne geleceğini bilemez, biz de Afrika’da başımıza neler geleceğini bilemeyiz. O yüzden herkese tavsiyem, Afrika gibi bakir ülkelerin doğallıkları, babadan oğula geçen sanatları, kültürleri, becerileri bitmeden ve ortamı bozulmadan gidip oraları ziyaret etmeleri…